Zeynep Mengi ile Buluştrendlerde ayaküstü sohbet etmişliğim var. Öyle bir arkadaşlık bağımız falan da yok. Ama işte Sosyal Medya tanışlığı ve arkadaşlığı diyelim. Geçtiğimiz hafta babasını kaybetti Zeynep Mengi. Çok üzüldüm adını bilmediğim adam için. Çünkü Zeynep o kadar güzel anlatmıştı ki bir keresinde blogunda, ben de sevmiştim onu. Ama artık yok. Her ölüm erkendir derler ya işte öyle. Bu yazıyı ondan izin almadan paylaşıyorum. Belki ileride baba olacaklar bunu okur da öldüklerinde geride ne bırakacaklarını görürler. O zaman belki biraz daha dikkat ederler kendilerine. Zeynep’ten izin almadığım için de özür dilerim.
Eeeh yetti artık sıkıldık babandan diyenler olabilir. Babamı vaktinden önce kaybettim ve yazmak, söylemek istediğim daha çok şey var. Artık kusuruma bakmayın.
Yazmayacağım dedim ama soran çok oldu, şu şekilde aktarayım babamın başına gelenleri. Hem belki benzer durumda olanlar ders çıkarıp kontrole falan gider…
Salı sabahı dışarıdan eve gelirken babam site girişinde yere yığılmış. Çok şanslı aslında. Evde yalnız değilmiş, annem o sırada yanındaymış. Sitenin görevlileri de öyle. O sırada Acıbadem Hastanesi’nden bir doktor da arabasını park ediyormuş. İlk müdahaleyi de o yapmış.
Babam inatla “İstemiyorum, eve gideceğim, ambulans çağırmayın” diye bağırmış. Görevlileri de fırçalamış bir güzel. Gelen ambulansı geri göndermiş. Ne zaman hali kalmamış, sesi kesilmiş, annem tekrar çağırmış ve hastaneye gitmişler.
Çok detaya girmeyeceğim. Akciğerlere pıhtı atmış. Biri tamamen kanla dolmuş. Diğerinin de çok az bir kısmı kalmış. Hastanede 1 gün içinde 3 kere kalbi durmuş. Kalbi ilk durduğunda uzun süre masaj yapmak zorunda kalmışlar. Sonra da anneme yakınlarına haber verin demişler.
Ben de bu noktada devreye giriyorum. Annem bir serum takarlar, kendine gelir diye düşünmüş. Ama durum sandığından ciddi çıkmış.
Salı, çarşamba, perşembe durumunda önemli bir gelişme olmadı. Ateşi düşmedi, tansiyonu düzelmedi. Haliyle tedaviye başlanamadı. Bir ara kan arandı. Ortalığı birbirine katmışım farkında olmadan. Keşke ihtiyaç olan tek şey kan olsaydı. İlk gün benden almadılar. İkinci gün istediler. Bana can veren adama sağlığını geri vermek istedim, olmadı o da.
Şimdi o günleri birbirinden ayırt edemiyorum. Hangi gün ne yaptım, kimle görüştüm hepsi bulanık.
Vaktinin %99,9′unu evde geçiren birini kaybetmek zor tabii. Sanki odasında, sanki salonda, sanki banyoda… Kısaca sanki hala evde. Gittiğine inanmak çok zor. Sesi kulaklarımda daha.
Telefon edip durumu soranlara babamı kaybettik derken bile inanamıyordum olan bitene.
Hastaneye geldiğinde durumu bilmeyen tanıdıklarımız vardı. Çetin Amca öldü mü yaaa? diye ne olduğunu şaşıranlar…
Acımı hafifletmek için hastaneye, cenazeye, mezarlığa gelen herkesin omzuna birkaç damla yaşımı bıraktım.
Gelen mesajlara bakıyorum da, baş sağlığı dilenen kişi ben olamam? Benim babam hiç ölmeyecekti ki?
Geçen sene bir arkadaşımın düğününe gittim. Eşiyle ilk dansını ederken annesiyle onu izliyordum. Keşke babası da görebilseydi dedi. İçimden geçirdim o an “Ben düğünümde babamla dans edeceğim.” Olmadı…
Şu sıralar hayat çok zor geçiyor benim için. Her açıdan. Ailem tamam, onun dışında hava almaya çıktığımda ne görsem babam geliyor aklıma.
Markete gidiyorum, aburcubur reyonunda geçerken aklıma geliyor: “Kızım al hadi istediğin ne varsa. Bak sen şu çikolatayı çok seversin…”
Kitapçıya gidiyorum: “Kızım bana şu kitabı alıversen dışarı çıktığında?”
Barlar sokağından geçiyorum: “Kızım beni bi götürsene şu gittiğin yerlere”
Gümüşçülerin önünden geçiyorum: “Çıkar şu kulağındaki demirleri, alışveriş merkezine girerken ötmüyor musun sen?”
Kuaförün önünden geçiyorum: “Kestir artık şu saçını, hiç yakışmıyor sana”
Yoğun bakımdayken söyledim sana baba, hastaneden çıkalım, makası ben verecektim eline. Keserdin saçımı istediğin gibi…
Ben hala inanamıyorum gittiğine. Herkes güçlü olmam gerektiğini, hatta güçlü olduğumu söylüyor ama değilim ki. Babam gitmiş, nasıl güçlü olurum ben? Anca güçlü görünürüm.
Azalacak bu acı zamanla diyorlar. Ben de o zamanın bir an önce geçmesini istiyorum. Gözümü her kapattığımda onu görüyorum. Zor geçecek şu dönem…
Yazmak istediğim çok şey var. Pazar sabahı başladım yazmaya, hala devam ediyorum… Ekleyeceğim hepsini. Ama şimdilik son olarak birkaç cümle de yukarıdan bakan babama…
İlgi istedin değil mi? Bak oldu istediğin de. Şu 1 haftada ne kadar çok kişi sordu seni bize. Adını bile bilmeyen yüzlerce kişi senin için çabaladı. Sen de izledin bunları yukarıdan. Keşkeler de bıraktın arkanda. Keşke hastaneye zorla götürseydik, keşke kontrol ettirseydik diye. Yine istemezdin ama… Görmüşsündür, pazar günü senin için ambulans çağıran
komşu geldi. Nasıl perişandı.
Neden kendine hiç dikkat etmedin baba? Kendini geçtim, bizi neden düşünmedin? Her şey sizin için derdin hep. E ne oldu şimdi? Bizim için mi ayrıldın aramızdan? Bana onlarca söz vermiştin. Onlara ne oldu? Ne zaman gideceğiz meyhaneye? Ne zaman Nevizade’de kafaları çekeceğiz?
Daha birkaç hafta önce seni anlatıyordum. Babam karpuzu keser, çekirdeklerini çıkartır, dilimler öyle getirir bana. Üzümü de sapından ayırır tek tek, yıkar, buzdolabında bekletir, soğuk soğuk getirir. Öyle bakardın bize. Kışın zorlardın portakal yememiz için. Yine soyar, dilimler verirdin. İstesek elinle de yedireceğine eminim.
Sana çok benziyormuşum ben. Huy falan. Tip de benziyormuş. Adımı koyarken anlamını biliyor muydun acaba? Şu son günlerde yaşadıklarımızdan ötürü artık lakabım oldu sanırım. Adımdan daha çok sevdim biliyor musun. Üzerimde sonsuza kadar taşıyacağım yakında onu. Hayatta olsan çok kızardın bana biliyorum ama bu seferlik hoş gör.
Sana kızgın çok kişi var haberin olsun. Başta da ben.
Hastane kafeteryasında beklerken çağırdılar ya hani bizi, son kez görün diye, seni hayattayken görmeyi beklerken kazık attın bana. Oysa en son salı günü görmüştüm seni. Bilerek içeri girmedim hiç. Bir dahaki görüşmemiz güzel olacaktı. Konuşacaktık, kızacaktım sana…
Doktor kötü haberi verdikten sonra geldim yanına. O aleti hala kapatmamışlardı. Hani biri öldüğünde o cihazlardan iğrenç bir ses çıkıyordu ya, yoğun bakımı çınlatıyordu resmen. Ben gittiğine inanmak istemesem de beynime beynime işledi o ses. Sanki sen istediğin kadar inanma, olan oldu der gibiydi.
Ama geldim yanına yine. Elini tutup konuştuk bir daha. Son defa değil ama. Bak hala konuşuyoruz…
Nasıl olsa yanına geleceğiz, o zaman daha detaylı konuşuruz bunları. O güne kadar yanımdan ayrılma hiç olur mu?
Babam, canım babam…
Beni doğru düzgün tanımasa bile şu 1 haftada iyi dileklerini esirgemeyen, 1-2 kelimeyle bile yanımda olanlara teşekkür ederim. Hastaneye, cenazeye, mezarlığa gelenler de oldu. Babamın birçok arkadaşı gelmezken onu hiç tanımayan birkaç kişi canla başla çalıştı o gün, kan ter içinde kaldı, duasını eksik etmedi… Çok üzgündüm, çok mutsuzdum ama yine de gördüm o kişileri. Size de çok teşekkür ederim.
Özre hiç gerek yok. 🙂 Çok teşekkür ederim paylaştığın için. Yazdığın gibi, babalar bu yazıdan kendilerine pay çıkarıp biraz daha dikkat ederler umarım. Kendileri dikkat etmeseler bile eşleri, çocukları onları hastaneye, kontrole götürmek istediklerinde itiraz etmesinler. Benim babam bizi hiç dinlemedi. Siz sizi sevenleri dinleyin. 🙂 Kendiniz için olmasa bile onlar için…
Benim babam da bizi dinlememişti. Şimdi en azından hastaneye gitmelere itiraz etmiyor.
Dediğiniz gibi “Kendiniz için olmasa bile onlar için.”