İnsan hatıralarıyla olgunlaşıyor, büyüyor. Ben de öyleyim. Geçmişte yerine oturmayan taşlar şimdi şimdi oturuyor. Sanıyorum uzun bir süre de böyle gidecek bu durum. Yarının ne getireceği beni daha da meraklandırıyor, heyecanlanıyorum. Huyum kurusun, çabuk heyecanlanırım.
Ben Ahmet Kaya’yı ve Che’yi dayımdan, Ahmed Arif’i teyzemden, solculuğu ve hak hukuk bilmeyi babamdan öğrendim. Babamdan öğrendim dediysem öyle geçip karşıma bana hiçbir zaman “Oğlum bak şu şöyle, bu böyle.” demedi. Geçmişte yaptığı birçok şeyi sorgulamaya çalıştım o hayattayken. Bazen anlattı, bazen anlatmadı. Anlattıklarının üzerine hep kendi kendime koymaya çalıştım. Belki de bilerek anlatmamıştı. Çok isterdim onun da konuşamadıklarını yazıyla anlatmasını ama o susarak anlatmayı tercih etti hep. Anlaşamadık çoğu zaman.
Öğrencilik yıllarında polis dayağından çatlayan kaburgasının 30 yıl sonra bir röntgen cihazında karşımıza çıkmasını hayatım boyunca unutamayacağım sanırım. O anlattıkça hayalini kurdum o anların. Bazen 1’e 1000 kattım çocuk aklımla. Şimdi okudukça oturuyor taşlar yerine bende.
Evde kitapları vardı babamın. Onu kitap okurken çok görmemiştim ama o kitaplar ilgimi çekmişti. 3 tanesini hiç unutmam. Yılmaz Güney – Sanık, G. Paloczy Horvath – Dün Köleydik Bugün Halkız, Erdal Öz – Gülünün Solduğu Akşam. 2. kitap çok ilgimi çekmemişti ama 1 ve 3’te kalmıştı gözüm. Üniversiteye başladıktan sonra ara tatile gittim Ceyhan’a. 2 kitabı da attım valize. Annem valizimi toparlarken babama “Bak bunları da götürüyor.” demiş. Babam da “Hayır, götürmüyor.” dedi. Götüremedim tabii. Nasıl oldu hatırlamıyorum ama Sanık’ı almışım yanıma. Bir çırpıda bitti tabii. O biterken ben de bittim. Gülünün Solduğu Akşam kaldı hep aklımda ama hiç alamadım elime o kitabı. Erdal Öz’ün diğer kitaplarını okudum ama ona bir türlü sıra gelmedi. Belki de cesaret…
Babam gençken ne yaptıysa benim yapmamam için diretirdi. Üniversiteye gitmeden önce saçlarımı kestirmemi istedi. “Oğlum, bir eylem olsa önce uzun saçlıları alırlar, kestir.” dedi. Kıramadım. Ben isterdim ki onun yaptığı hataları ben de yapayım. Onun yaşadıklarını ben de yaşayayım. Belki o zaman anlardım onu. İzin vermedi. 12 Temmuz 2009’da benim de başını çekenlerden biri olduğum harç protestosu işinde destek oldu sadece. “Baba, ben böyle bir şey yapıyorum. Haberin olsun. İzinleri de ben aldım valilikten.” dedim. Hoşuna gitti gitmesine de “Devamını getirmemeye çalış.” demekten de geri kalmadı.
Yanımda olsa başımı okşar mıydı acaba?
Neyse. Gülünün Solduğu Akşam’ı hâlâ okumadım ama Erdal Öz’ün “Yaralısın” kitabı var ki beni her okuyuşumda deler geçer. Gülünün Solduğu Akşam öyle bir kitap oldu ki benim için, sanki onu okursam bütün taşlar oturacak yerine. Sanki her şeyin sonu o kitap. Diğer kitaplarında yaşadığım özlem buhranlarının bu kitapta tavan yapmasından korkuyorum. Yüzleşmekten korktuğumdan değil, anlamaktan korkuyorum sanki. Karmaşık duygular. Tıpkı Yekta Kopan’ın itirafları gibi: Ona benzemekten ölesiye korktuğum dönem, onun kopyası olduğumu anlayıp, bununla başa çıkmaya çalıştığım dönem.
Bu yazıyı yazarken “Defterimde Kuş Sesleri”ni okuyorum. Müthiş bir kitap. Diyorum ya işte, geçmişi getiriyor, unutturmuyor, yeniden canlandırıyor. Seviyorum böyle kitapları. Gerçekleri seviyorum çünkü.
6 Mayıs benim için bu yüzden önemlidir işte. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının son günlerine şahitlik eden, onları yazan, gelecek nesillere ulaştıran, 2. tutuklanışında Deniz’in kaldığı hücreye atılan ve onlarla aynı gün bu hayattan giden adam Erdal Öz önemlidir benim için. Bana geçmişte yaşananları öykülerinde, hatıralarında hatırlatan adamdır Erdal Öz. Yaşar Kemal’i, Yılmaz Güney’i, Ahmed Arif’i ve şu anda adını hatırlayamadığım birçok insanı gözlerimde canlandıran insandır. Geride bıraktığın güzel miraslar için teşekkürler.
İyi ki vardın Erdal Öz.
Hepimiz okuduğumuz cümlelerden kendi cümlelerimizi çıkarıyoruz; bu yazında da öyle oldu. Sadece kendi cümlelerime değil, kendi hayatıma ve artık buralarda olmayan babama dönüp baktım. Annem ‘dört evladım da babalarından birer pay almış; senin payına da babanın gurbetçiliği düşmüş’ der. Yekta Kopan gibi bir gün babama benzeyip benzemeyeceğim konusu üzerine düşünmedim ama sanırım her evladın yolu ya annesinin ya da babasının yoluna çıkıyor.
Dediğin gibi birinin yoluna çıkıyor sanırım ama bununla mücadele etme dönemi de hem kendini hem de anne ya da babanı daha iyi tanımanı, belki de anlamanı sağlıyor. Her yazıdan, her kitaptan, her filmden, kısacası bizden başka hayatları anlatan her şeyden kendimize göre bir şeyler çekip almak, kendi ağrılarımızı başkasıyla bölüşmek gibi geliyor. Onların ağrısını da kendi ağrımız gibi yaşıyoruz eğer bağlanmışsak o yazıya ya da kitaba. Mesela Yılmaz Güney’in Sanık kitabını okurken sanki bana elektrik verilmiş gibi hissetmiştim ben. İlginç bir histi.
Yorumun için çok teşekkürler, çok sevindim.
Bu yazıyı okurken ben de yeri büyük olan güzel insan Erdal Öz’ü yeniden hatırlattığın için teşekkür ederim.Okurken acaba ben babama ne kadar benziyorum diye düşündüm. Yazdığınız her kelime için elinize sağlık çok güzel yazmışsınız.