Hayat; biz insanlar için yaşadığımız her andan ders çıkarabileceğimiz ve bu dersleri de tecrübeye dönüştürebileceğimiz şekilde dizayn edilmiş müthiş bir tasarım. Fazlası var, eksiği yok adeta. İnsan denilen düşünebilen organizma zamanla mekanizmaya dönüşse de tecrübe edebilme yeteneği ile mekanizma olmaktan bir adım daha ileride oluyor ve olacak da. Karar vermenin kalp ve beyin arasında geçen yarış neticesinde ortaya çıktığı bir mekanizmanın olacağını pek düşünmüyorum. Yine de yanılıyor olabilirim.
Sosyal Medya, Yeni İletişim, Yeni Dünya gibi soyut objelerin hayatımıza fazlasıyla dahil olduğu, hatta kimilerini kontrol altına aldığını söylesek yanlış olmaz elbette. Bu teslimiyetten midir bilinmez, geçmişe göre birim zamanda daha fazla ilişki yaşamaya, daha fazla aşık olmaya, daha fazla insanla tanışmaya, daha fazla işte çalışmaya ve birim zamanda çalışılan işten daha fazla tecrübe etmeye başladık. Ya biz öyle zannediyoruz ya da bu gerçekten böyle. Y kuşağı dediğimiz kitlenin gerçekten mükemmel bir zeka ile yoğurulmuş olması mı yoksa ulaşılabilir teknolojilerin bu denli hayatımıza entegre olması mı daha fazla katkı sağlıyor bu duruma, onu bilmiyorum ve bunu kesinleştirmenin zor olduğunu düşünüyorum. Kenan Evren’in piçleriyken, değer verilen, saygı gösterilen, sözünün otorite sayıldığı, apolitize olmayan ve baskılardan yılmayan bir nesil haline dönüşmenin verdiği özgüvenden midir bilinmez, bu entegre teknolojilerin bizim hayatımızı fazlasıyla etkilediği bir gerçek.
Çok uzun bir girizgâh oldu, farkındayım. Bu yazıya başlarken bu kavramları hatırlatmam gerektiğini düşündüm, o yüzden yazdım. Bir Y kuşağı olarak yukarıda bahsettiğim birim zamanda yapılan işlerin birçoğunu ben de yaptım. Hayatın akıcılığı ve hızlılığı karşısında dönem dönem direksiyonu sabit tutamadığım zamanlar oldu. Bu zamanlarda imdadıma hep hafızam yetişti. Genç olmanın belki de negatifliği sayılabilecek “aklına gelen her işi yapma” ya da “yanlış olan her şeye müdahale etme” hastalıkları bende de fazlasıyla vardı. Bu iki hastalık kanser hücresi gibidir. Bugün yok dersin, yarın bir bakmışsın yine bulaşmış beynine. Baş etmesi zordur.
Çalıştığın şirkette yanlış olan bir şey varsa ve detayların getirdiği mutluluğun ve başarının daha değerli olduğunu düşünüyorsan duruma müdahale etmen yüksek olasılık. Bunu bir “aferin” beklemeden yapmak istemen normal, çünkü sen detaycısın ve her şey mükemmel olmalı. Ancak karşılığında bir “aferin” ya da “tebrikler” alman da göğsünü kabartacak illa ki. Her zaman durum böyle olumlu olmayabilir tabii. Böyle bir şeye kalkışmanın sana “işine bak sen” şeklinde dönebileceğini de unutmamak gerek. Yöneticilerle de alakalı bir durum bu tabii. Kendinin düşünmesi gereken şeylerin başkası tarafından düşünüldüğünü görmek, egosu tarafından kopmayan lastiklerle kaplı bir kafese hapsedilmiş yöneticiler tarafından hoş karşılanmayabilir.
Detaylarda gizli başarılara inanan insanların ekip çalışmasına uygun oldukları pek söylenemez çünkü ekiplerden korkarlar. Eğer çalıştığı ekibe inanıyorsa, ne güzel. Eğer ekibinden çok küçük bir şüphesi varsa bile sürekli olarak diken üzerinde ve başarısız olma korkusuyla yaşar. Mükemmeli yakalayana kadar tek başına mükemmeli yaratmaya ve bu sayede içini rahatlatmaya çalışır. Detaycılığın gizli bir ayrımı var. Bir ekipte iseniz detaycı olmak sizi lider olmaya sürükler. Eğer bir ekibiniz yoksa detaycı olmak, eğer detaylarınızda başarıyı yakaladıysanız sizi daha fazla yalnız olmaya iter.
Yukarıda yazdığım durum geçmişte nasıldı bilmiyorum. Y kuşağının bu özelliklere sahip bireylerinin böyle bir sorunla karşı karşıya kaldığını düşünüyorum. Bu asilik, bu başkaldırı ve mükemmel özgürlükçü olmak da bundan.
Görseller www.vipinramdas.com ‘dan alınmıştır.
ilk önce ilk kısımda dikkatimi çeken bir nokta oldu, sonra da son kısımda.
“birim zamanda daha fazla ilişki yaşamaya, daha fazla aşık olmaya, daha fazla insanla tanışmaya, daha fazla işte çalışmaya ve birim zamanda çalışılan işten daha fazla tecrübe etmeye”
bu tespite katılıyorum. geçmiş deneyimleri yaşamadığımız için şimdiyle kıyaslayamasak da, büyüklerimizden duyduklarımız ve büyüklerimizin bizim neslin hayatı tecrübe etme alışkanlıklarına yetişememesi bunu doğrular nitelikte bence. ha bu hızlı yaşama, “dolu dolu” yaşama ne kadar anlamlı, ne kadar faydalı? bu noktada birçok şeyi aynı anda yaşamaya ve sana ideal olarak sunulan hedefe ulaşmaya çalışırken (bunu öss’yi hayatının merkezine almış -ailesi tarafından empoze edilmiş- ganyan neslinin bir üyesi olarak söylüyorum) aslında hiçbir konuda doğru düzgün uzmanlık yaratamıyorsun. maalesef her şeyi bilmek kutsanıyor, yalnızca birkaç konuda uzman olunması yetmiyor. bu yolda ise hiçbir konuda uzman olamaman daha kuvvetle muhtemel. ve hayır y kuşağı mükemmel bir zeka ile yoğrulmuş değil tabi. yalnızca daha şanslı, imkanları daha geniş. bizden sonraki nesiller de bizden şanslı olacaklar.
“Mükemmeli yakalayana kadar tek başına mükemmeli yaratmaya ve bu sayede içini rahatlatmaya çalışır. Detaycılığın gizli bir ayrımı var. Bir ekipte iseniz detaycı olmak sizi lider olmaya sürükler. Eğer bir ekibiniz yoksa detaycı olmak, eğer detaylarınızda başarıyı yakaladıysanız sizi daha fazla yalnız olmaya iter. ”
detaycılık ile lider olmayı ben birebir bağlayamıyorum. herkesin liderlik/yöneticilik tanımları farklılık gösterir tabi. detaycılık benim için araçlardan biri olabilir yalnızca. ama aklımda tuttuğum şey kimsenin mükemmel olmadığı, o mükemmelliğe de ulaşamayacağı. burada “mükemmel” ile “ideal” kavramlarını bir tutuyorum, bu yüzden de ulaşılan bir mükemmel/ideal zaten mükemmel değildir, ulaşılabilirdir. ama onu mükemmel diye tanımlamak bizi mutlu eder.
konuyu iyice dağıtmadan; y kuşağı iyidir hoştur ama arızaları vardır. her nesilde olduğu gibi. y nesli birden fazla kahramanı/idolü/rol modeli olan ve bir gün bu kişilerden biri olmayı hayal eden bir nesil. bundan önce bu his bu kadar yoğun muydu emin değilim ama bu kahramanlık (örn: girişimcilik, örn: mtv/buzzfeed jenerasyonu) hikayeleri artık çok daha ulaşılabilir, okunabilir, izlenebilir. dolayısıyla daha fazla mesaj, daha fazla kafa karışıklığı.
Batuhan, geç oldu ama yorumun için çok teşekkürler öncelikle.
İdeal olan şeyin mükemmel olması gerektiğini yanılgısı var sanırım biraz. Dediğin gibi ideale ulaşmak mümkün ama mükemmele ulaşmak pek de mümkün değil. Mantığa göre olması gereken de bu.
Son cümlen biraz netleştiriyor olayı: “Daha fazla mesai, daha fazla kafa karışıklığı.”