Maneviyat ve vicdan, insanoğlunun görünmeyen ve keşfedilmesi zor yüzü. Günümüz dünyasında maddiyat öyle ya da böyle kazanılırken, manevi doyum ve vicdani rahatlık, ulaşıldığında aşırı mutluluk veren şeyler haline geldi. Herkes kendi inandığı ölçüde içsel mutluluğunu yaşayabilir hiç kuşkusuz. Ancak bir de bunu yaşayamama durumu var.
Bireysel doyumların olmadığı noktalarda, bu doyum maddi ya da manevi olabilir hiç fark etmez, insan başka şeylerin arayışına düşüyor. Bu, bir tarafta kaybederken ya da ezilirken, diğer tarafta haklı ya da haksız bir şekilde kazanarak ya da üstün gelerek tatmin olma çabası anlamına geliyor. Gün boyu iş yerinde açlık sınırındaki geliri için çalışmakla kalmayıp patronundan azar üstüne azar yiyen bir adamın, evine geldiğinde çocuklarına ve eşine şiddet uygulamasına şaşırmayız. Kınarız ama şaşırmayız. Başkası onu ezerken o da gücünün yettiğini ezmeye çalışıyor haliyle.
Yukarıda bahsettiğim bireyin bilek gücünün ve toplumun ona tanıdığını sandığı bazı hakların ve bu haklardan dolayı elde ettiğini sandığı güçlerin esiri olarak aksiyon gösterme durumuydu. Bir de bunun makam ve rütbeden kaynaklanan versiyonu var.
Özellikle Gezi Parkı olaylarından sonra birçok insanın polislere olan bakış açısı değişmiş, birçok insan polis görmeye tahammül edemez olmuş ve hatta kimileri de ortada hiçbir sebep yokken toplu taşıma araçlarında polise saldırmıştır. Olayların bu noktaya gelmesinde polisin elindeki gücü kendi manevi tatmini için kullanmak istemesinin rolü çok ama çok büyük. Sıkışık trafikte elinin altındaki “dot” düdüğüyle yolu kendi için açmaya çalışması, megafona nefesini vererek “Ben geldim ulan” demeye çalışması da işte bu yüzden. Gürültü kirliliğiler…
Bir örnek de siyasetten olsun. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı RTE, halkın ona verdiği %50 oyu her zaman referans göstererek istediği her şeyi yapabileceğini düşündü. Belki hâlâ öyle düşünceleri vardır, bilemem. Doğru bildiği ya da kendinin ve etrafının çıkarına olan her şeyi dayatmaya, hukuku ezmeye, hatta hukuka müdahalede bulunmaya başladı ve bunu da sürekli olarak ileri götürüyor. Başbakanlık gücünü, halkın ona verdiği yetkinin her şeyi yapabileceğine inandırılmış bir kafa yapısıyla yine halkını ve hukuku ezmekte kullanıyor. Öyle olmasa, kendine karşı çıkan her kişiyi ve kurumu kendi %50’sine hedef göstermezdi. Öyle olmasa AOÇ içinde mahkemece durdurulmasına karar verilen inşaata devam etmez, kendine Ak-Saray yaptırmazdı.
Bir örnek de spordan. Mahkemece suçları sabit görülen ve şike yaptıkları için ceza alan şahıslar türlü siyasi oyun ve yönlendirmelerle aklanmaya çalışılıyor bugünlerde. Etki altına alınan mahkeme kararları da cabası. Öyle olmasa Başbakan’a ve siyasi parti liderlerine teşekkür etmezdi çete lideri. Etkisi altındaki medya grupları ve yazarlar yine bu gücün esiri olarak toplumu yönlendirmeye ve yanlışa sürüklemeye çalışıyorlar.
Manevi doygunlukları olmayan insanlar bir güce tapmayı ve o gücün de esiri olarak yaşamayı isterler. Doygunluğa ulaşmayan insanoğlunu en kolay alt edebilecek araç da “güç”tür.
Gelecekte, gücünü aklından alan bireylerin daha çok yetiştiği bir ülke görebiliriz umarım.
Bir Cevap Yazın