Kısa Kısa – 25

Uzun zamandan beri kendime blog yazacak zamanı ayıramamıştım. Bunu yapmanın bir nevi detoks olduğu çıkmış aklımdan. Yazdıktan sonra fark ediyorum büyük bir yük kalktığını üzerimden.

Hep merak ediyorum. Acaba erken kaybedenler mi daha çok hüzünleniyordur yoksa geç fark edenler mi?

Küçükken hep, “Bir gün öyle bir şey yapacağım ki tüm Türkiye beni tanıyacak!” diyordum. Bu durum liseye kadar böyle geçti. Üniversiteye gelince her genç gibi birden mükemmele yakın birisi oluverdim. Türkiye yetmedi, “Bütün dünya tanıyacak.” dedim. Biraz daha büyüdüm. Üniversite büyüttü, İstanbul büyüttü. Kendi kendime, “Bir gün öyle bir şey yapacağım ki, bu dünyada iz bırakacağım. İnsanlar ondan faydalanacak ve beni hatırladıklarında bana teşekkür edecekler.” dedim. Herhangi bir sebeple tanınmak hiçbir anlam ifade etmiyor. Kalite, her şeyden daha önde.

Son zamanlarda çok sık dinlediğim bir şarkı var. Hatta öyle ki, neredeyse güne o şarkıyla başlıyorum diyebilirim. Barış Manço’dan Halil İbrahim Sofrası. Bu şarkı için Ekşi Sözlük’te “Bu şarkıyı yazan adam 20. yüzyılın Yunus Emresi’dir.” demiş. Çok da doğru demiş. Şarkı insanı derinden etkiliyor. Günümüz hayatını çok net bir şekilde özetliyor. Dinleyin, siz de hak vereceksiniz.